Her yerde indirimler, fırsatlar, “kaçırmadan alın” mesajları… Alışverişin hızlandığı şu günlerde, gerçekten neleri kazanıp neleri kaybettiğimizi ne kadar düşünüyoruz? Belki de bu seneki Black Friday dönemi, bu alışkanlıkları bir kez daha gözden geçirmek için bir fırsattır.
Geçtiğimiz günlerde Netflix’te “Hemen Alın”: Tüketim Tuzağı belgeselini izledim. Alışveriş alışkanlıklarının hayatımızdaki yerini fark etmek aslında hepimizin aklından geçen bir konu olabilir. Bu belgesel, konuya biraz daha farklı bir açıdan bakmayı sağlıyor. İzlerken, gündelik alışkanlıklarımızın nasıl şekillendiğini ve bunların üzerimizdeki etkilerini düşünmeden edemedim.
Bu yazıda, belgeselden dikkatimi çeken noktaları paylaşarak bu konu üzerine birlikte düşünmek ve bu tüketim çılgınlığının arka planına doğru bir yolculuğa çıkalım istiyorum.
Alışveriş Çılgınlığının Şaşırtıcı Gerçekleri
Tüketim üzerine konuşmak istiyorsak, önce boyutunu anlamamız gerekiyor. Belgesel, alışveriş alışkanlıklarımızın -belki de çılgınlıklarımızın demek daha doğru- geldiği ürpertici noktayı gözler önüne seriyor.
-
Her saat dünyada 70 bin telefon üretiliyor.
-
Her dakika 11 milyon kıyafet tüketicilere sunuluyor. Peki ya sonrası? Bu kıyafetlerin %50’si hiç giyilmeden çöpe gidiyor.
-
Her yıl tam 430 milyon ton plastik… Ve bu miktarın yalnızca %9’u geri dönüştürülüyor.
Bu kadar üretim… Bu kadar fazlalık. Ürettiğimiz her şey bir gün bir yere gidiyor; bir başka ülkenin sahiline, bir çöplüğe ya da gözden uzak bir köşeye. Ancak bu yığının çevreye verdiği zarar, artık göz ardı edilemeyecek bir boyutta. Üretim hızlandıkça tüketim de büyüyor, bu büyüme ise hem çevresel hem de toplumsal etkileriyle hayatlarımızı şekillendiriyor.
Bu noktada, tüketim alışkanlıklarımızın yalnızca bireysel tercihlerden ibaret olmadığını anlamak önemli. Şimdi, bu kararların arkasında neler olduğuna ve gerçekten kim tarafından şekillendirildiğine bakalım.
Alışveriş Kararlarımız Ne Kadar Bizim?
Bazen bir bildirim geliyor ya da bir reklam gözümüze çarpıyor. O anda “Bu gerçekten güzelmiş” ya da “Tam da ihtiyacım olan şey” deyip satın alıyoruz. Sonrasında ise fark ediyoruz ki belki de buna hiç ihtiyacımız yoktu. O ürün, yalnızca doğru zamanda karşımıza çıkarak bizi harekete geçirdi. Bu bir rastlantı mı? Pek değil.
Belgeselde, eski Amazon çalışanı Maren Costa’nın anlattıkları bu mekanizmayı daha iyi anlamamızı sağlıyor. Algoritmalar ve kullanıcı verileri, satın alma davranışlarımızı neredeyse otomatik hale getiriyor. Tıklama davranışlarımızdan tutun, beğenilerimize kadar her şey, bizi daha fazla tüketmeye yönlendirmek için kullanılıyor. Sistem, tam da biz fark etmeden işlerliğini sürdürüyor.
Bu durumu sürdürülebilirlik aktivisti Anna Sacks şöyle özetliyor: “Bir şeyin biteceğini ya da fırsatı kaçıracağınızı düşündüğünüzde, ihtiyacınız olup olmadığını sorgulamadan harekete geçersiniz.” İşte bu yüzden, ihtiyacımız olmayan eşyalarla dolu evlerimiz var. Ve bu eşyalar, kullanılmayan ama kaynak tüketen atıklara dönüşüyor.
Eric Liedtke ise büyük markaların tüketiciyi sürekli “yeniyi istemeye” yönlendiren stratejiler geliştirdiğini söylüyor. Ona göre, “yeni” kavramı her zaman daha iyi anlamına gelmiyor; çoğu zaman sadece daha fazla satış yapmak için yaratılmış bir illüzyondan ibaret. Bu stratejiler, bizi sürekli bir döngüye bağlıyor.
Burada durup şu gerçeği anlamamız gerekiyor: Satın aldığımız ürünler sadece ihtiyacımızı karşılamak için değil, bizi sürekli bir sonraki ürüne yönlendirmek için tasarlanıyor. İşte bu noktada, ürünlerin hikâyesi daha karmaşık bir hal alıyor.
Planlı Eskitme: Ürünlerin Bilinçli Kısalan Ömürleri
Satın aldığımız ürünler, tıpkı kararlarımız gibi, belli bir süre sonra “işlevsiz” olmaya programlanmış gibi. Eskiden bir eşyanın uzun yıllar dayanmasını beklerdik. Belki hâlâ çalışan eski bir mutfak robotunuz ya da dayanıklı bir sırt çantanız vardır. Ancak bugün, teknoloji ve diğer tüketim malları farklı bir mantıkla üretiliyor.
Telefonlar bunun en iyi örneği. Her yıl piyasaya sürülen yeni modellerle, elimizdeki cihazlar birkaç yıl içinde “eski” kabul ediliyor. Üstelik çoğu telefon, onarıma uygun bile tasarlanmıyor. Bataryası zayıflayan, yazılım desteğini kaybeden ya da ufak bir sorunda tamir edilemeyecek şekilde üretilmiş bir cihaz… Tüm bunlar, bizi daha “yeni” bir modele geçmeye zorluyor.
Bu sürecin bir adı var: Planlı eskitme.
Planlı eskitme, ürünlerin bilinçli olarak daha kısa ömürlü tasarlanması demek. Amaç, tüketiciyi sürekli yeni bir şey almaya yönlendirmek. Bozulan bir cihaz, yıpranan bir kıyafet… Hepsi bizi yenisine yönlendiriyor.
Bu döngü, hem bireysel hem de küresel boyutta israf yaratıyor. Sürekli üretim, sürekli atık, sürekli kaynak tüketimi..
Alışveriş Alışkanlıklarımızı Yeniden Değerlendirmek
Belgeselin en güçlü tarafı, bireysel farkındalığın çevresel etkilerle nasıl birleştiğini göstermesi. Mesela, daha az ama daha dayanıklı ürünler almak, ya da ikinci el alışverişe yönelmek gibi öneriler, sadece bütçenizi değil, gezegeni de koruyor. Alışveriş yaparken “Bu ürün gerçekten uzun süre benimle kalabilir mi?” diye sormak bile bir başlangıç olabilir.
-
Daha az, daha iyi: Gerçekten ihtiyacımız olan ürünlere odaklanabiliriz. Uzun ömürlü şeyler seçmek, hem bütçemiz hem de çevremiz için bir kazanç.
-
İkinci el alışveriş: Sadece nostaljik bir yönü yok, aynı zamanda yeni bir şey üretmeye gerek kalmadan tüketim zincirine mola vermek gibi bir etkisi de var.
-
Sorgulayarak satın alın: Bir ürünü almadan önce kendinize sorun: Bu ürünün hikâyesi ne? Kullanım ömrü sonunda ne olacak?
Tüketim Tuzağından Çıkmak İçin Bi Adım
Hemen Alın: Tüketim Tuzağı, sadece bireysel alışveriş kararlarımızı sorgulatmıyor; bu kararların arkasındaki etkilere de dikkat çekiyor. Alışverişin ötesinde neler olduğunu anlamak, gündelik tercihlerimizin nasıl şekillendiğini görmek isterseniz, bu belgesel güzel bir başlangıç olabilir. İzledikten sonra, hem kendi alışkanlıklarınıza hem de bu döngüdeki rolümüze dair yeni şeyler fark edebilirsiniz.
Bi sonraki yolculukta görüşmek üzere 🙂